Karşı kıyı ve esaret
Akın Olgun, tekrar içine düştüğü hapis ve ona çağırdığı acı geçmişi atlatırken, maruz kaldığı esaretteki tanıklığını ve göçmenlere yönelik korkunç gerçekliği bize faş ediyor.
Ne demeli bilmiyorum. Kimisi için, gece ile çok romantik bir buluşma, kimisi içinse alelâde bir gün 21 Aralık. Nam-ı diğer “en uzun gece”… Bu yazı muhtemelen elinize 23 Aralık’ta ulaşacak ama bu satırlar aslında 21 Aralık gecesi yazılıyordu bunu bilmenizi isterim. Bilenler bilir, eksen eğikliğinin yarattığı bu durum, doğaya, evrimimize, kültürümüze, sosyal hayatımıza, psikolojimize ve başka bir çok etki etmekte.
Bu uzaya yolladığım yazının ne gibi bir etkisi olarak bilmiyorum ama, şu an bu satırları bitirdiğimde sevdiğim kadının kollarına gidecek olmam ve sıcak bir yatağımın olması beni mutlu edecek. Evet bu korkunç ekonomik buhran, baskılar, her an yürüdüğümüz sokakta bir patlamanın ortasında kalmak ve tüm bu çürümüşlüğün kokusuna maruz kalmak bu mutluluğu gölgeleyemeyecek. Geliyorum diyen bir kapitalizm distopyasını bir süredir yaşıyoruz ama adeta yavaşça suyu ısıtılan bir kabın içinde farketmeden duran kurbağalar gibiyiz. Geniş yığınlarımız paralize olmuş olabilir ama hâlâ sokakta çiçeklenen meyve ağacı kokusunu arayan, içimizi ısıtan güneşi şafak vakti karşılamak için sabırsızlanan, en güzel besteyi dillendirmeye çalışan insanlar var. Bu hayata dair hiçbirimizin sözünün bitmediğini düşünüyorum.
Bu kısa kişisel bir girişten sonra aslında bir süredir sesinin çıkmamasından kuşkulandığım bir kişinin başından geçenleri konuşmak istiyorum. O kişi, yazar, gazeteci ve bir aydın olarak özellikle son yıllarda birçoklarımızın vicdanı, vicdanının sesi Akın Olgun. Uzun süredir kitaplarını okumak için zaman ayırmaya çalışıyorum ama bir türlü olmuyor. En azından çeşitli sitelerde zaman zaman yazdığı denemelere denk geliyorum, böylece kitaplarına gidememenin azabını biraz dindirebiliyorum Olgun’un…
Ççürümüşlüğün kokusunu yosun tutmuş sidik kokularıyla hatırlayan ve ardından getirdiği geçmiş yılların kendi deyimiyle “insanın kendi travmalarının bir pusuda beklediğini anlaması çok ürkütücü” diye tanımlayan Olgun, bu sessizlikte aslında 1 aydan fazladır Yunanistan’ın Kos adasında gözaltındaymış. Ona yönelik haksızlık, baskı ve işkenceden dolayı gençlik yıllarında terk ettiği bu topraklardan bu sefer “kırmızı bülten” çıkmış. bu bülten yüzünden de çıktığı tatilde alıkonulmuş Olgun. Evrensel Gazetesi’nden Arif Bektaş bu kötü süreci Londra’da Akın Olgun’la konuşmuş. Buraya tıklayarak okuyabilirsiniz.
Ara sıra Twitter özel mesaj üzerinden yazıştığımız, birbirimize düşüncelerimizi paylaştığımız bir ağabeyin bir süre sırra kader basması ve başına böylesine kötü bir serüven gelmesi beni çok üzdü. Hayat gayesi, koşuşturmacası sırasında da bu bir ayı geçen görüşememe hâlini fark edememişim bile.
Akın Olgun, içerideyken Türkiye’den mültecileri teknelerle taşıyan ve yakalandıklarında dayaktan geçirilen kaptanların hikâyesini yazmaya karar vermiş. Bunu bir yazı dizisiyle paylaşıyor. Gökhan’ı, Ali’yi, Oğuz’u, Musa’yı ve diğerlerini okuyoruz.
İnsanların ceberrut yönetimlerden ve savaşlardan kaçış hikâyelerini okurken, derinleşmiş yoksulluğun ve bu yoksulluğun kurumsallaşmış hâli olan insan kaçakçılığını da okuyoruz. Mültecilerin ve onları kaçıran kaptaların bile şartlarının eşitlendiği bir süreci tüm çıplaklığıyla bize sunuyor Olgun. Bu yazıyı sizinle paylaşacağım sıralarda sözünü ettiğimiz tüm bu hikâyeler bir yazı dizisine dönüştü. Aşağıda bağlantı adreslerini paylaşıyorum.
Kos Cezaevi'ndeki kaptanların hikâyesi sorunun politik yanının nasıl gizlendiğini anlatıyor. Avrupa ve Türkiye politikalarının ortak kurbanları olan göçmenler ve “Kaptanlar” aynı nefretin özneleri.
Göçmenler Kaptanlar ve Kasa - 1: Bir nefret öznesi olarak kaptanlar
Yunanistan’da ada cezaevleri tekne kaptanlarıyla dolu. Kaptanlar ne mülteciler kadar masum ne insan kaçakçılığını organize eden suç şebekeleri kadar suçlu. Yoksulluk çarklarının kurulduğu yerden sıyrılmaya çalışan genç ve kolayca harcanabilen araçlar.
Göçmenler Kaptanlar ve Kasa - 2: Tahta Kuruları ve Kargalar Meclisi
Kos Cezaevi'ndeki kaptanlar Dışişleri'nin ilgisizliğinden yakınıyor: "Kimsenin umurunda değiliz. Bakan çocuğu, zengin aile çocuğu değiliz ki bizimle ilgilenilsin. Hepimiz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıyız ama gel gör ki bir diş fırçasından ibaretiz.”
Göçmenler Kaptanlar ve Kasa - 3: “Üzeri çiziktirilmiş vatandaşlarız biz”
Akın Olgun orada olmasaydı bu insan kaçakçılığı çarklarına itilmiş bu insanların bıraktım sesini, kendisini duyabilecek miydik? Ya Akın Olgun’un bir insan olarak iç dünyasına bu kadar yaklaşabilecek miydim? Kötü zamanlar, kötü koşullar, kötü yaşanmışlıklar…
Bu yazı dizisini okumanızı tavsiye ediyorum. Yaşadığımız bu sistemin tüm kodlarını içinde barındırıyor, bol ışıklı ambalajları yırtıp atıyor, plastik yaşamlarımızı ve düşüncelerimizi eritiyor bu yazılar.